‘İnsanların
yanında ağzımdan yanlış bir söz çıkacak ve rezil olacağım diye çok korkuyorum.’
‘Konuşurken kızardığımı ve herkesin bunu fark
edip benden uzaklaştığını düşünüyorum.’
Toplumumuzda birçok insan
için doğal olan sosyal ortamlar bazı kişiler için dayanılması zor durumlara dönüşebiliyor.
Özellikle bizim gibi doğu toplumlarında biraz çekingen olmak olumlu algılansa
da bunun aşırı olduğu durumlarda, kişiler ciddi bir rahatsızlık olan SOSYAL KAYGI BOZUKLUĞU yaşıyor
olabilirler.
Sosyal kaygı bozukluğunda, kişi diğer insanlarla (yakın akraba ya
da birkaç yakın dost dışında) birlikte olduğu ortamlarda kaygı yaşar. Örneğin, otobüste yolculuk etmek, marketten alışveriş
yapmak, biryerde sıra beklemek, sınıfta ya da toplantıda konuşmak, diğer
insanların yanında yemek yemek ya da birşeyler içmek, kişide kaygı yaratır. Bu
durumlarda yaşadığı kaygıyla başedemedikçe toplumdan uzaklaşmaya ve yalnız
kalmaya başlar. Yaşanan sıkıntı, sosyal kaygıyla sınırlı kalmaz ve başka
psikolojik sorunlar da getirebilir. Kişi insanlardan uzaklaştıkça depresyona
girebilir ya da kendi kendini rahatlatmak için alkole sığınabilir.
Eğer sosyal kaygı
bozukluğu olan bir çocuk ya da gençse, okul hayatı olumsuz etkilenmeye başlar.
Derste her an soru gelebilir, ya da bana bakıyorlar mı düşüncesiyle kaygılanıp dikkatini
derse yoğunlaştırmada zorluk yaşar. Bunu yaşayan bir yetişkinse, sosyal
hayatının yanı sıra iş hayatı da olumsuz etkilenir. Özellikle diğer insanlarla
muhattap olduğu, sürekli sunum yapması, toplantılarda konuşması gereken bir işi
varsa, kaygısı arttıkça işe gitmekte ve iyi bir performans sergilemekte
zorlanır.
Nasıl
ateş yaktığında elimizi çekiyorsak, sosyal ortam kaygı yarattıkça da ordan
kaçmaya uzaklaşmaya başlarız. Ancak ne kadar kaçmaya çalışsak da biliyoruz ki
insan sosyal bir varlık ve bu hastalığın tedavisi mümkün. Özellikle Bilişsel Davranışçı Terapi bu durumda
oldukça olumlu sonuç vermektedir. Sosyal kaygı bozukluğu olan bir kişiyi
düşünelim. Yeni taşındığı apartmanda bir
arkadaş toplantısına davet edildi. Daha oraya gitmeden, belk 1 gün önce
kaygılanmaya başlıyor. Oraya vardığında, elleri terliyor, kalbi hızla çarpıyor
ve konuşurken yüzü kızarıyor. Yaşadığı bu sıkıntı dolayısıyla bir bahane bulup
ordan erken kalkıyor. Kapıdan çıktığı anda yavaş yavaş rahatlamaya, kalp hızı
normale dönmeye, terlemesi hafiflemeye ve sakinleşmeye başlıyor. Böylece
öğreniyor ki yeni tandığı insanların yanında kaygılanıyor ve kötü hissediyor ve
bu bilgiden yola çıkarak daha az sosyalleşmeye başlıyor. Halbu ki biz bilişsel
davranışçı terapistler biliyoruz ki kişide tüm bu olumsuz durumu yaratan diğer
insanlarla beraber olması değil, o durumla ilgili aklındaki olumsuz DÜŞÜNCELER.
Kişi ordayken hatta oraya gitmeden aklından ‘Konuşurken kızaracağım ve benim çok garip olduğumu düşünecekler’,
‘Sorularına cevap veremeyip komik duruma düşeceğim’, ‘Hepsi benimle dalga
geçecek’, ‘Rezil olacağım’ şeklinde olumsuz düşünceler geçiriyor. Ordayken
de tüm dikkatini kendisine vererek, bu olumsuz düşünceler için kanıtlar arıyor.
Kızardığını hissettiği anda ‘Evet,
korktuğum oluyor, kızardım ve şimdi garip olduğumu düşünecekler’ ya da
konuşurken kendi sesini öyle dikkatli dinliyor ki hafif bir titreme, duraksama
olduğunda ‘Hah! Tamam, işte rezil oldum, iki
laf etmeyi beceremedim’ diyor kendine. Tabi ki tüm bu olumsuz düşüncelerini
onayladıkça bedeninde hissettiği sıkıntı da artıyor, daha çok terliyor,
kızarıyor ve kalp atışı iyice yükseliyor. Tüm dikkati kendinde olduğu için
bedenindeki bu reaksiyonlar onu daha çok paniğe sokuyor. Halbuki kişi orda
diğerleri ne giymiş, karşısındakinin saçı ne renk, odanın duvarında ne var
bunlara bakıp dikkatini kendinden çevresine yönelttikçe rahatlayacak. Ancak, bunun
yerine dikkatinin çoğu kendinde ve geri
kalanı da etrafındaki olumsuz işaretlerde. Örneğin, iş yerinde sunum yapan
biriyse, arkada uyuklayan birini hemen görür ve aklındaki ‘Ben çok sıkıcı sunum
yapan biriyim’ düşüncesini onaylar. Halbuki, aklındaki olumsuz düşünceleri fark
edip orada olumluya yönelebilirse (ön tarafta onu ilgiyle dinleyen bir çift
göz) kaygısı düşmeye başlayacaktır. Bu durumu yaşayanlara önerimiz, sosyal
ortamlara girmeden önce dikkatlerini çoğu zaman gerçekçi olmayan bu olumsuz
düşüncelere vermek yerine çeşitli gevşeme teknikleriyle (nefes egzersizi, kas
egzersizi...) kendilerini rahatlatmaya çalışmalarıdır. Ayrıca, kişi kaygı
yaşamamak için sosyal ortamdan kaçmamalı, tam tersine bu rahatlama egzersizleri
eşliğinde kaygı yaratan ortamlara girmelidir. Toplum tarafından küçümsenmekten
korkmak, reddedilme korkusu ya da yanlış birşey yapacağım kaygısı kişinin
sosyal, akademik ya da iş hayatını olumsuz şekilde etkilemeye başlamışsa, en
kısa sürede bir psikolog tarafından destek alması önerilir. Sosyal kaygı
bozukluğu çözümü olan bir rahatsızlıktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder